30 Soruda COVID-19 Hastalığı Hakkında Merak Edilenler
Koronavirüsler (CoV), Nidovirüs süperailesinin bir alt grubuna ait bir virüs ailesi olup alfa-, beta- ve gamma- ve delta- CoV olarak 4 alt gruba ayrılırlar. Zarflı, tekzincirli RNA virüsleridir. RNA virüsü olmaları nedeniyle kolaylıkla mutasyona uğrayıp genetik yapılarını değiştirebilirler. Hem insanlarda hem de hayvan türlerinde bulunan CoV tipleri bulunmaktadır. Hayvanlar türlerinden insanlara geçebilme kapasiteleri vardır.
Koronavirüsler hem hayvanlarda hem de insanlarda hastalık yapabilmektedirler.
İnsanlarda ve memelilerde alfa- ve beta- CoV hastalık etkeni iken, gamma- ve deltaCoV ise çoğunlukla kuşlarda hastalığa neden olurlar.
İnsan ve hayvanlarda solunum sistemini, sindirim sistemini, karaciğeri, böbrekleri ve sinir sistemini etkileyebilirler. Tutulan organa ve klinik seyrine göre kliniği hafiften ağıra kadar değişiklik gösteren çeşitli tablolara yol açarlar. Bazı hastaların klinik belirti göstermeden asemptomatik kalabileceği de akılda tutulmalıdır.
Koronavirüslerin filogenetik yapıları
Kaynak: Cui J, Li F, Shi ZL. Origin and evolution of pathogenic coronaviruses. Nat Rev
Microbiol. 2019 Mar;17(3):181-192. doi: 10.1038/s41579-018-0118-9. Review.
Yapılan filogenetik çalışmalara ve RNA’ya bağlı RNA polimeraz sekans analizlerine göre CoV’ in memelilerde 7,000-8,000 yıldır, kuşlarda ise 10,000 yıldır yerleştiği tespit edilmiştir.
Memeliler arasında en fazla türü olan hayvanlar yarasalardır. Bilinen yaklaşık 5,000 memelinin %20’sini yarasalar oluşturur. Virüsler yaşamlarını ancak hücre içinde devam ettirebilirler, devamlılıklarını sağlamaları için mutlaka bir konağa gereksinimleri vardır. 1200’den fazla farklı türü olan yarasalar CoV için ideal doğal kaynaktır. Koronavirüsler taşıyan yarasalar asemptomatiktir, ve virüsü çok uzun süre bol miktarda taşıyıp, çevrelerine yayabilirler. Binlerce yıldır yarasalarda bulunan, CoV türler arasında geçiş yaparken çeşitli mutasyonlar geçirerek, farklı yarasa CoV tiplerini oluşturmuşlardır.
Yarasa CoV’i kendi türleri dışında kedi, köpek, deve, domuz, at, sığır, zürafa gibi bir çok memeli türünü de geçerek bu hayvanları da enfekte etmiştir. Bulaşma enfekte yarasanın defekasyonlarının aerosolizasyonu ile, enfekte idrarları ile veya ısırma yoluyla olur.
Koronavirüsler hem vahşi hem de evcil hayvanlarda hastalık etkenidirler. Kuşlarda ve memelilerde solunum yolu enfeksiyonu, gastroenterit, hepatit, ensefalomiyelit yapabilmektedirler.
Şu andaki bilgilerimiz ışığında 7 tip insan CoV tanımlanmıştır.
SARS-CoV epidemisinden (2002-2003) önce insanda hastalık etkeni olarak 4 tip koronavirüs biliniyordu. Bunlar insanlarda solunum yollarını tutar. Genellikle kendini sınırlayan solunum yolu enfeksiyonları, soğuk algınlıklarına neden olurlar. Alfa- CoV ailesine ait olan HCoV-229E soğuk algınlığı, HCoV-NL63 çocuklarda bronşiolit, beta- CoV ailesinden olan HCoV-OC43 ve HCoV-HKU1 yine solunum yolu hastalığı etkeni olarak saptanmış, HCoV-HKU1 yaşlılarda kronik akciğer hastalıklarında etken olarak gösterilmiştir.
Ancak 2002-2003 yılları arasında olan “Ağır Akut Solunum Sendromu” (Severe Acute Respiratory Syndrome, SARS) epidemisi ile birlikte hayvanlardan insana bulaşan farklı yeni CoV tiplerinin pek de selim olmadığı, insanda ölümcül seyreden salgınlara neden olabileceği anlaşıldı. Bu yeni CoV’ler betakoronavirüs ailesinden olan 2002-2003 yılları arasında SARS pandemisine yol açan SARS-CoV, ikincisi 2012’de Orta Doğu’da salgın yapan MERS-CoV idi. Üçüncü ve son yeni CoV ise ve Aralık 2019’da başlayan COVID-19 pandemisine yol açan SARS-CoV2 virüsüdür.
Koronavirüsler doğal konakları olan yarasalarda binlerce yıldır bulunmaktadırlar. Modern yaşam ile birlikte yarasalar hem vahşi yaşamda hem de insanların yaşam alanlarındaki binalarda, köprülerde, çiftliklerde yaşamlarını sürdürmekte, insanların yaşadığı bölgelerde de bulunmaktadırlar. Ayrıca 2000 km ye kadar uçabilen yarasalar virüsleri farklı yerlere yayabilirler.
Güney Çin’de insanlar ve hayvanlar çok yoğun halde ve iç içe yaşamaktadırlar. Hayvan pazarlarında kafesler içinde bulunan vahşi hayvanlar ve evcil hayvanlar, çok da hijyenik olmayan koşullar, yeni virüslerin ortaya çıkması için uygun bir ortam oluşturmaktadır. Vahşi hayvanlarla insanların yakın teması, hayvanlardan insanlara virüs geçişini kolaylaştırmaktadır. SARS-CoV-2 virüsünün insanlara geçişinin çiğ veya iyi pişmemiş hayvan eti ile temas yoluyla olduğu düşünülmektedir.
Koronavirüsler oldukça hızlı mutasyon ve rekombinasyon yeteneğine sahiptirler, bu etkileşim sonucu ortaya çıkan yeni CoV tipleri hayvanlardan insanlara yayıldığında hastalık ve salgın yapabilmektedirler.
Üç ayrı salgın yaşanmış olup, ilk salgın Kasım 2002-Temmuz 2003 yılları arasında gerçekleşti ve hastalık “Ağır Akut Solunum Sendromu” (Severe Acute Respiratory Syndrome, SARS) olarak adlandırıldı. İlk vaka Kasım 2002’de Güney Çin’de bir hayvan pazarı çalışanında tanımlandı. Şubat 2003’de Çin’den akut ağır pnömoni klinik tablosu olan 300’den fazla vaka bildirildi; vakaların yaklaşık 1/3’ünü sağlık çalışanları oluşturuyordu. Daha sonra salgın Hong Kong ve oradan diğer ülkelere yayıldı. Nisan 2003’de Dünya Sağlık Örgütü tarafından etkenin beta- CoV ailesine ait olduğu saptandı ve bu yeni virüs SARS-CoV olarak adlandırıldı. Bu yeni CoV yarasa kökenli idi, hayvan pazarında ara konak olarak misk kedisine geçmiş ve oradan da insana bulaşarak salgına neden olmuştu. Pandeminin Temmuz 2013’de bittiği ilan edildi. SARS pandemisinde Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa ve Asya kıtalarındaki 27 ülkeden, toplam 8000’den fazla vaka ve 800 civarında ölüm bildirildi. Yapılan araştırmalarda CoV’lerin ana konağı olan farklı yarasa türlerinde SARS-CoV’e benzeyen virüsler saptandı. Bu da daha sonraki yıllarda yeterli miktarda insan-hayvan etkileşimi olma durumunda yeni bir salgın gelişme riski yaratıyordu.
Koronavirüslere bağlı ikinci salgın bundan yaklaşık 10 yıl sonra Suudi Arabistan’da başladı. Temmuz 2012’de Suudi Arabistan’da bir erkek hastada akut pnömoni ve böbrek yetmezliği ile ölüm bildirildi. Daha önce Nisan 2012’de Ürdün’de bir hastaneden benzer tablo ile ölen vakalar bildirilmişti. Eylül 2012’de İngiltere’den birkaç vaka ve Mayıs 2015’de Güney Kore’de 16 hastanede 186 sağlık personelini etkileyen nozokomiyal vakalar bildirildi. Bu vakaların etkeninin yine beta- CoV ailesine ait yeni bir CoV olduğu saptandı, ve ilk vakanın Orta Doğu’dan çıktığı ve virüsün Orta Doğu’dan seyahat eden kişilerle diğer ülkelere yayıldığı anlaşıldı. Bu yeni virüs Orta Doğu Solunum Sendromu koronavirüsü (Middle East Respiratory Syndrome: MERS-CoV) olarak adlandırıldı. MERS-CoV’e benzeyen virüsler hem yarasalarda hem de Orta Doğu ve Afrika’da yaşayan develerde gösterildi; bu salgına yol açan yeni CoV yarasalardan tek hörgüçlü develere, develerden de insanlara geçerek salgına neden olmuştu. Nisan 2016’da Avrupa, Afrika, Asya ve Kuzey Amerika’daki 27 ülkede 624 ölüme neden olan toplam 1728 MERS vakası bildirilmişti. Mart 2020 itibari ile 2521 MERS vakası ve 866 ölüm kaydedilmiştir. Vakaların %80’i Arabistan’da görülmüştür.
Son olarak Aralık 2019’da, Güney Çin’de, Hubei eyaleti Wuhan şehrinde, Huanan isimli deniz ürünleri satan bir hayvan pazarında çalışan ve orayla teması olan kişilerde nedeni bilinmeyen pnömoni olarak başlayan ve ülkemize de ulaşan COVID-19 pandemisinin etkeni yine beta- CoV ailesinden yeni bir virüstü, SARS-CoV2 olarak adlandırıldı.
SARS ve COVID-19’a yol açan virüsler aynı beta-CoV ailesinde olup birbirlerine çok benzerler, yakın kuzendirler. Her ikisinin de insan vücudundaki ana reseptörleri akciğerlerde bulunan ACE2 reseptörleridir. Her iki hastalık da benzer olarak esas akciğerleri tutarak ağır pnömoniye yol açmaktadır, ikisi de ölümcül olabilen akut ağır solunum yetmezliğine yol açmaktadır. Ancak SARS salgınında mortalite oranı daha yüksek iken asemptomatik ve hafif semptomlu bireylerin sayısı oldukça düşüktü. Bu yüzden SARS enfeksiyonu geçiren vakalar daha kolay tespit edilmekte idi ve nozokomiyal bulaşma ön plandaydı. SARS’ta aracı konak misk kedisi, rakun, çin porsuğu gibi vahşi hayvanlardı, ve virüs bu hayvanlarda kolonize olamıyor, vücutlarında uzun süreli bulunmuyordu. Alınan önlemler neticesinde pandemi kontrol altına alındı. Ancak COVID-19 hastalarında mortalite oranı düşük olmakla birlikte, bu hastaları takip etmek ve enfekte kişiyi bulmak semptom aralığı geniş olduğundan oldukça zor, ve insandan insana bulaş hızı da oldukça yüksektir. Yayılım hızının yüksek olması COVID-19’un kontrolünü güçleştirmektedir.
MERS (Orta Doğu Solunum Sendromu)’nun etkeni SARS-CoV ve SARS-CoV2’nin uzak kuzeni olan ve MERS-CoV virüsü olarak adlandırılan bir beta-CoV’tür ve hala aralıklı olarak hastalığa neden olabilmektedir. Vücutta tutundukları, giriş reseptörleri SARS virüslerinden farklıdır. Klinik tablo hafif solunum yolu semptomları şeklinde olabilse de genellikle akut solunum yetmezliğine yol açar, ciddi seyirlidir. MERS’in en yaygın yayılım yolu develerle temas sonucu olmakla birlikte insandan insana geçiş olabilmekte, ön planda nozokomiyal bulaşma görülmektedir. Hala endemik vakalar özellikle Suudi Arabistan’dan bildirilmektedir.
Aralık 2019 tarihinde Çin’in Hubei eyaletinin Wuhan şehrinde etiyolojisi bilinmeyen pnömoni vakaları bildirilmiş olup 7 Ocak 2020’de etken daha önce insanlarda tespit edilmemiş yeni tip bir koronavirüs (2019-nCoV) olarak tanımlandı. Virüs SARS CoV’e yakın benzerliğinden dolayı SARS-CoV-2 olarak isimlendirilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü, CoV hastalığı 2019’un kısaltması olarak COVID-19 ismini kabul etmiştir. CO harfleri corona’yı, VI harfleri virüs’ü, D harfi hastalık (disease) kelimelerinin kısaltmasıdır. Çin’de başlayan salgın seyahat eden insanlar tarafından dünyanın birçok ülkesine yayılmış durumdadır.
Yapılan araştırmalar sonucunda SARS-CoV-2’nin kaynağı hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Çin’den gelen verilere göre Huanan Deniz Ürünleri Toptan Satış Pazarında yasadışı olarak satılan vahşi hayvanlardan (yarasa, pagolin vb.) insanlara geçtiği düşünülmektedir. Virüsün kökeni hakkında araştırmalar devam etmektedir.
Bu virüs öksürme ve hapşırma esnasında ortaya çıkan damlacıklar yoluyla insandan insana, kişilerin elleri ile yüzeylere temas etmesi sonrasında ellerini ağız, burun veya göz mukozasına götürmesi ve temas etmesi ile bulaşmaktadır. Özellikle bu hastalığı taşıyan insanlara yakın temas veya onların bulunduğu ortamda uzun süre kalma yayılmayı kolaylaştırır.
Hastalığa maruz kaldıktan 2-14 gün içerisinden hastalığın semptomları görülmeye başlar. Ortalama inkübasyon süresinin 5-6 gündür.
COVID-19’un bulaştırıcılık süresi kesin olarak bilinmemekle birlikte semptomatik dönemden 1-2 gün önce başlayıp semptomların kaybolmasından 14 gün sonraya kadar devam ettiği düşünülmektedir. COVID-19 pozitif olup hastalık bulgusu göstermeyen veya hafif soğuk algınlığı şeklinde geçirenlerin de bulaştırıcı olduğu bilinmektedir.
Farklı yüzeylerde virüslerin kalıcılığı ile yapılan pek çok çalışma pandemiye neden olan SARS-CoV-2 dışındaki diğer CoV ile yapılmıştır. Koronavirüsler genellikle dış ortamda dayanıklılığı zayıf olan virüslerdir. Ortamdaki nem, sıcaklık ve bulunduğu yüzeyin dokusuna göre dayanma süresi değişkendir. Dezenfeksiyon yapılmadığında bu virüslerin cansız yüzeylerde 2 saat ila 9 güne kadar hayatta kalabildiklerini göstermektedir. Havada ortalama canlı kalma süresi 3 saat olarak saptanmıştır. Bakır yüzeylerde dört saat, mukavva yüzeylerde 24 saat, plastik ve paslanmaz çelik yüzeylerde ise 72 saate kadar canlı kalabildiği gösterilmiştir. Farklı CoV ile yapılmış çalışmalarda, 30° veya 40°C gibi yüksek sıcaklıkta virüs kalıcılığı azalmıştır. Ek olarak insan koronavirüsünün (HCoV 229E) oda sıcaklığında %30 bağıl neme kıyasla %50 nemde daha kalıcı olduğu gösterilmiştir.
SARS-CoV-2’nin dış ortama dayanma süresi net olarak bilinmemektedir. SARS-CoV-2 ile yapılan az sayıda ve küçük çalışmada da farklı yüzeylerde SARS-CoV-2 genetik materyali saptanmıştır. Ancak yüzeylerde viral RNA’nın saptaması mutlaka virüsün enfeksiyon yapıcı özelliğini göstermez, virüsün canlılığı ancak kültürde üretildiğinde geçerlidir . Ek olarak, zaman içinde litre hava veya mililitre ortam başına düşen virüs yükü azalır. Bununla birlikte, yüzeylerdeki virüs yükü hasta bireyin üst solunum yolundaki viral yüke ve hastanın asemptomatik dönemde olup olmaması gibi diğer faktörlere de bağlıdır.
Sonuç olarak çevrenin potansiyel bir bulaşma aracı olarak önemi özellikle yüksek viral yüke maruz kalma ihtimali olan hastane ortamında çalışanlarda ve hasta bireylerle temas halinde olanlar için önem kazanmakta olsa bile salgın dönemlerinde her birey potansiyel taşıyıcı olarak kabul edilip dezenfeksiyon ve el hijyenine sıkı sıkıya bağlı kalınmalıdır.
Ateş, öksürük ve solunum güçlüğü hastalığın en yaygın görülen semptomlarıdır. Daha ciddi vakalarda ise pnömoni, ağır akut solunum yolu enfeksiyonu, böbrek yetmezliği ve hatta ölüm gelişebilir.
Her yaş grubunda görülmekle beraber, özellikle 65 yaş üstü bireyler, yaşlı bakım evlerinde yaşayanlar ve kronik akciğer hastalığı, orta-şiddetli astım, kalp hastalıkları, immünsupresif (kanser, sigara kemik iliği transplantasyonu, immün yetmezlik, HIV-AIDS), obezite (BMI≥40), diyabet, diyaliz hastası, karaciğer hastalığı olanlar yüksek risk altındadırlar.
COVİD-19 hastalığının kesin tanısı akut dönemde boğaz ve burundan alınan sürüntü örneklerinde moleküler bir tanı yöntemi olan gerçek zamanlı ters transkripsiyon polimeraz zincir reaksiyonu (rRT-PCR) ile virüsün (SARS-CoV-2 RNA’sı) tespit edilmesi ile konulur.
SARS-CoV-2 için pozitif saptanan test COVID-19 tanısını doğrular. Ülkemizde geliştirilen ve virüs genetik materyalini araştıran yerel olarak üretilmiş kit ile yanlış pozitiflik olasılığı beklenmemektedir. Farklı gen bölgelerini hedefleyen ve bazı ülkelerde kullanılabilen hızlı RT-PCR yöntemleri ile yalancı pozitiflik görülebilir.
Bazı COVID-19 hastalarında gerçek zamanlı RT-PCR negatif kalabilmektedir. Bu virüsle ilgili faktörler ile ilişkili olabilir. Virüsle enfekte olan hastaların üst solunum yollarından (burun ve/veya boğaz) alınan örnekler birinci haftanın sonunda negatif saptanabilir. Bu dönemde boğazda bulunan virüs miktarı azalmış, ancak bununla birlikte alt solunum yollarında virüs replikasyonu artmış olabilir. Bu nedenle klinik ve radyolojik olarak hastalıktan şüphelenilen hastalarda test tekrarı önerilir. Akciğer tutulumu olan hastalarda alt solunum yollarından (akciğer sıvısı veya balgam çıkarabilen hastalarda balgam örnekleri gibi) alınan örnekler çok değerlidir. Testi negatif saptanan fakat klinik şüphesi devam eden hastalarda COVID-19 enfeksiyonu için gerekirse tedavi, izolasyon ve kontrol önlemlerine devam edilir. Virüsün bu özelliğine ek olarak, hastadan numunenin doğru ve yeterli miktarda alınması ve numunenin laboratuvara ulaştırılma koşulları da önemlidir. Yetersiz materyal alımı da negatif sonuçlara neden olabilir. Testin doğruluğunu arttırmak için aynı sürüntü örneğinde hem orafarengeal (boğaz arkası) hem de her iki nazal kaviteden (burun) alınmış örnek materyali aynı taşıma kabı ile laboratuvara iletilmesi testin pozitiflik oranını arttırır.
Moleküler tanı testlerine ek olarak serolojik testler de tanı aşamasında kullanılabilir. ELISA ya da SARS-CoV-2’ye karşı oluşturulan IgM/IgG saptayan hızlı antikor testleri bu kapsamdadır. Ancak çok özgün ve duyarlı testler değildirler. Serolojik testler salgının araştırılması, atak hızı, salgının şiddetinin değerlendirilmesini ve bazı özel grupların (sağlık çalışanları, temaslıların izlemi gibi) değerlendirilmesinde faydalı olabilir.
Ülkemizde COVID-19 olası vaka tanımına uyan hastalardan alınan numuneler, Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarı ve belirlenmiş illerde hizmet veren laboratuvarlarda değerlendirilir. Referans laboratuvarlarının listesine https://covid19bilgi.saglik.gov.tr/tr/covid-19-yetkilendirilmis-tani-laboratuvarlari-listesi adresinden ulaşılabilir.
Bu dönemde görülme sıklığı azalmış olmakla birlikte halen influenza, gibi diğer solunum yolu patojenlerinin de akılda tutulması gerekmektedir. Bu virüsler hastalık tablosundan tek başına sorumlu olabileceği gibi SARS-CoV-2 ile birlikte de bulunabilir.
- Damlacık veya temas yolu ile bulaşın önlenmesi için genel tedbirler alınmalıdır:
- Öksürürken/hapşırırken peçete veya havlu ile ağız ve burun kapatılmalı ardından eller su ve sabunla en az 20 saniye yıkanmalıdır.
- Peçete veya kâğıt havlu yoksa, öksürürken/hapşırırken dirseğin iç tarafına doğru öksürülmeli/hapşırılmalı ve sonrasında eller yıkanmalıdır.
- Su ve sabun yoksa en az %60 alkol içeren dezenfektan ile eller iyice dezenfekte edilmelidir.
- Günlük olarak sık temas edile yerler dezenfekte edilmelidir.
- Eller yıkanmamışsa gözler, burun ve ağıza dokunulmamalıdır.
- Hasta kişilerden uzak durulmalıdır.
- Mümkün olduğunca dışarı çıkılmamalı ve evde kalınmalıdır.
- Kalabalık ortamlarda 2 metre sosyal mesafe kuralına uyulmalı, maske ile ağız ve burun kapatılmalıdır.
Günümüzde COVID-19 için güvenilirliği ve etkinliği kanıtlanmış spesifik bir tedavi bulunmamaktadır. Ancak çok sayıda ilaç ile randomize kontrollü çalışma yapılmakta olup hastalığa etkili tedavi için araştırmalar devam etmektedir. SARS ve influenza’dan elde edilen veriler, antiviral tedaviye erken başlamanın yararlı olduğunu düşündürmektedir. COVID-19 hastalarında semptomları iyileştirmek için semptomatik tedavi (hidrasyon, beslenme, oksijen tedavisi) uygulanmaktadır.
Antiviral tedavide favipiravir, lopinavir-ritonavir, ribavirin, remdesivir, arbidol, oseltamivir ve diğer viral ilaçlar kullanılmaktadır. Olası/kesin COVID-19 olduğu düşünülen kişilerde ateş varlığında hidroksiklorokin tedavisinin başlanması önerilmektedir.
Daha önceki salgınlarda da denenmiş olan bir uygulama tekrar denenmeye başlanmıştır. COVID-19 enfeksiyonu yakın zamanda geçirip iyileşen hastalardan alınan plazma ağır hastalık geçiren kişilere verilmektedir. Hastalığı geçirmiş kişilerinin kanında hastalığa karşı üretilmiş antikorlar gibi bağışıklık sistemine ait bileşenler ile hastaların tedavi edilmesi denenmektedir. Çin’de immün plazma uygulaması ile olumlu sonuçlar alınmıştır. Ülkemizde de bu yöntem uygulanmaya başlanmıştır. Bu tedavide kaç ünite verileceği tartışmalı olmakla beraber 1-2 ünite konvelasan plazmanın yeterli olacağı düşünülmektedir.
Yine ülkemizde ağır hastalarda kök hücre uygulaması denenmeye başlanmıştır.
COVID-19 hastalarında ülkemizde uygulanan tedavi seçenekleri, kombine kullanımları hakkında detaylı bilgi https://covid19bilgi.saglik.gov.tr/tr/ adresinden bulunmaktadır.
Çocuklar COVID-19 hastalığına yakalanabilir ancak erişkinlere göre hastalığı genellikle hafif semptomlarla atlattığı gözlenmiştir. Tüm COVID-19 vakalarının sadece %1’i 10 yaş altı çocuklardan, %4’ü 10-19 yaş arası çocuklardan oluşmaktadır.
COVID-19 semptomları tüm yaş gruplarında aynıdır. Çocuklarda daha hafif semptomlar görülebilir: Bazen ateş, burun akıntısı ve öksürük gibi soğuk algınlığı benzeri semptomlar görülürken bazen de kusma ve ishal görülebilir. Nadir olarak ağır seyredebilir.
Tüm yaş gruplarında ağız ve burnu kapatacak şekilde maske kullanımı önerilir ancak 2 yaş altı çocuklara boğulma riskinden dolayı dikkat edilmelidir.
Karaciğer, böbrek ve kalp yetmezliği, kronik akciğer hastalığı olan çocuklar ve lösemi, lenfoma gibi kanser hastası olan çocuklarda hem hastalığın kendisi hem de bu hastalıkların tedavisinin neden olduğu bağışıklık sisteminin zayıf düşürecek tedaviler nedeniyle CoV enfeksiyonu daha ağır seyredebilir.
Çocuklarda COVID-19 ile ilgili bilgiler sınırlıdır ancak çocukların hastalığı hafif semptomlarla atlattığı, taşıyıcı olduğu ve virüsü diğerlerine bulaştırdığı bilinmektedir.
İnhale kortikosterid içeren ilaçlarını kesmemelidir. Astım kontrol altında tutulmalıdır. İlaç kullanımı aksatılmamalıdır. Atak anında ise hazne-maskeli aletlerle inhalasyon tedavisi uygulanmalıdır. Nebülizatör kullanımından, hastalığı yayabildiğinen dolayı, sakınılmalıdır.
Yakın bir çevrede COVID-19 pozitif hasta olması, çok yakın ve riskli temas (maskesiz olarak uzun süre yakınında bulunma, öksürüklü ise öksürüğüne maruz kalma, ortak alanı 15 dakikadan fazla kullanma, ortak eşya kullanımı) olmadığı müddetçe herhangi bir şey yapılmaz, astım ve/veya alerjik rinit için kullandığı tedaviye devam edilir. Riskli bir temas öyküsü olsa bile, mevcut kullanılan astım ve alerjik rinit ilaçlarında değişikliğe gidilmez; mevcut yakınmalarında artış veya ateş, halsizlik gibi ek belirti ve bulgular ortaya çıkarsa hekim tarafından tekrar değerlendirilir.
Keskin kokular alerjik rinitli ve astımlı hastalarda şikayetlerde artışa yol açar. COVID-19 önlemleri açısından evde yapılan dezenfeksiyon ve temizlik , bu hastalarda şikayetleri arttırabilir. Bu şikayetleri en aza indirgemek için mümkün olduğunca parfümsüz, renksiz ve kokusuz temizlik ürünleri tercih edilmeli, kişisel hijyen sağlamada ağırlıklı el dezenfektanları yerine saf doğal sabunlar kullanılmalı, odaların temizliği hastaların odada olmadığı zamanlarda yapılmalı, en az 2 saat havalandırıldıktan sonra hastanın kullanıma açılması faydalı olacaktır. Kıyafetleri sabun tozu ile 60 derece gibi yüksek ısıda yıkamaları ve çok iyi durulamaları da önemlidir.
Nebulize tedavi sırasında virüsün aerosolize olarak bulaş riskini arttıracağı için COVID-19 salgını sırasında astımlı hastaların tedavisinde nebulizatör kullanımı gerekli olmadıkça önerilmez. Hem hastanede hem de evde nebülize tedavi yerine aracı tüp ile ölçülü doz inhaler veya kuru toz inhaler kullanılması önerilir. İdeal olan her hastaya ayrı aracı tüp kullanımının sağlanmasıdır.
Nebülizatör kullanımı daha çok ölçülü doz inhaler ya da kuru doz inhalere yanıt vermeyen hastalara, bu cihazlar ile inhale tedavilere uyum sağlayamayan hastalara ya da hipoventilasyon, kistik fibrozis veya devamlı nebülizasyon gerektiren özellikli hastalara önerilir.
COVID-19 tanılı hastada nebülizatör ile ilaç uygulaması yapılacak ise tercihen negatif basınçlı odada yapılması, hastada dışarıya açık maske yerine ek olarak bakteri filtresi takılmış noninvaziv ventilasyon maskesi kullanılması önerilir.
COVID- 19 tanılı mekanik ventilasyondaki ARDS olgularında metilprednizolon 1-2 mg/kg/gün dozda 5-7 gün olarak zayıf kanıt düzeyi ile önerilmektedir. ARDS olmayan pnömonide ise sistemik steroid tedavisi önerilmemektedir. Yine bu durumdaki hastada 1-2 gün boyunca 1gr/kg’dan intravenöz immunglobulin (İVİG) verilebileceğini belirten literatür verileri mevcuttur.
Alerjik rinit /astım için subkutan inhalan alerjen immünoterapisi alan hastalarda tedavi programı mümkünse enjeksiyon aralıkları biraz açılarak devam edilebilir (örneğin 4 haftada bir yerine 6 haftada bir). Sublingual immünoterapi alanlarda tedaviye düzenli bir şekilde devam edilir.
Venoma karşı sistemik reaksiyon öyküsü olan hastaların venom immünoterapisi (VIT) hayatı tehdit eden durum olduğundan ertelenmemelidir/bekletilmemelidir.
Pandemi döneminde yeni immünoterapi başlanmamalıdır.
Tedaviye aralıklar esnetilerek (4 yerine 6 haftada bir) devam edilebilir.
COVID-19 pozitifliği olan bazı hastalarda, burunda dolgunluk hissi, boğazda tahriş, boğaz akıntısı, koku almada azalma ve çok nadir de olsa beraberinde konjonktivit (kırmızı göz) bulguları gözlenebilmektedir. Alerjik rinitli hastalarda da, hastalığın alevlenme dönemlerinde burun tıkanıklığı, boğazda tahriş ve gözlerde sulanma ve kızarıklık olabilir. Her iki hastalık bulguları bu açıdan benzerlik gösterebilir. Ancak, COVID-19 hastalığında, bulgular genelde ani başlangıçlı, belirgin baş ve boğaz ağrısı, yutkunmada zorluk, halsizlik ve ateşle birliktedir. Hapşırık ve burun da kaşınma hissi çok belirgin değildir. Alerjik rinitli hastalarda ise hapşırık, burun kaşıntısı, göz kaşıntısı ve boğazda gıcıklanma hissi daha belirgin olup, baş ağrısı ve halsizlik COVİD-19 pozitifliğindeki kadar belirgin ve ağır değildir. Ayrıca, alerjik rinitli hastalarda hastalığın alevlenme dönemlerinde koku alma hissi artabilir, hastalar kokulara karşı daha hassastırlar.
İzolasyon kurallarına çok dikkat etmelidirler. Dışarıda maske kullanımına ve sosyal mesafe kurallarına mutlak surette uyulmalıdır. Profilaktik kullandıkları antibiyotik ve intravenöz ya da subkutan aldıkları immünglobülin (İVİG/SKİG) uygulamalarına aksatmadan devam etmelidirler. Yeni bildirilen bazı literatür verilerinde bazı tür İVİG ürünlerinin içinde SARS-CoV-2’ye karşı da antikorların olabileceğinden bahsedilmektedir.